Dünyanın en önemli medeniyetlerine ve gelişmelerine sahne olan Mısır, maalesef modern dünyaya ayak uydurmada başarılı olamadı. Asya ile Afrika arasında önemli, stratejik bir mevkide yer alan Mısır daima dış güçlerin etkisinde kaldı. Bu da asırlarca önce Mısır’ı merkez olmaktan çıkarmış ve taşra olmasına neden olmuştur. Mısır halkının kendi coğrafyaları üzerinde süreklilik gösteren siyasi egemenlikleri birkaç istisna dışında milattan öncesine aittir. Mısır, Roma’nın, ilk İslam devletlerinin, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde daima bir taşra olarak varlığını sürdüregelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu uzak bölgeyi kontrol edemez hale gelmesi ve Napolyon’un Mısır’ı işgali ile neticelenen süreç aslında Mısır’ı yeniden merkez olmaya taşımıştır. Asırlar sonra ilk defa Mehmet Ali Paşa ile Mısır kendi siyasetini üretmeye başlamıştır. Ancak bunu yapanın da bir Mısırlı olmadığı dikkate alındığında Mısır halkının kendi siyasi iradesini bu merkeze ne kadar yansıttığı tartışmalıdır.

Mehmet Ali Paşa, Mısır’ın modernleşmesi adına büyük girişimlerde bulunmuştur. Yaptığı yeniliklerle “Mısır’ın kurcusu/babası” unvanını almıştır. Bu süreç Mısır’ı merkez yapmış ve Mısırlıların siyasette yer almalarına imkân tanımıştır. Hatta 1952 yılında, Mehmet Ali Paşa hanedanlığına karşı yapılan devrim bile bu değişimin bir sonucudur. Asırlar sonra ilk defa Mısırlılar ordu eliyle kendi iktidarlarını kurmaya kalkışmışlardır. Bu yüzden Cemal Abdünnasır’ın –aslında bir felsefesi olmayan- fikirleri ve Arap milliyetçiliği büyük bir ilgi görmüştür. Bundan dolayıdır ki ondan sonra iktidarı ve Mısır’ı hep ordu kökenli lider ve hatta siyasetçiler kontrol etmişlerdir. İsrail ile yaşanan savaşlar, ekonomik alanda başarısızlıklar, tarım ekonomisinin çökmesi ve yoğun nüfus artışının istek ve taleplerine rağmen askerler, Mısır’da idareyi altmış yıl boyunca kontrol etmeyi başardılar. Arap Baharı diye nitelenen ve esasında ‘soğuk savaş’ın düzenlemelerinin son görüntülerini ortadan kaldırmayı amaçlayan dalgalanmalar olmasaydı, Mısır ordusu ve onun koruduğu iktidar hiç kesintiye uğramayacaktı.

Arap Baharı, her ne kadar Tunus’taki hareketlenmeler ve ‘Yasemin Devrimi’ diye nitelenen olaylarla başlamış ise de asıl isimlendirme Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesi ile olmuştur. Doğal olarak burada geleneksel iktidar sahiplerini hedef alıyordu. Kahire’nin meşhur Tahrir Meydanı günlerce süren ve hemen hemen her kesimi içine alan direniş sonucunda meydana gelen bu devrim Mısır halkını uzun yıllar sonra siyasetle tanıştırdı. Bu durum karşısında ordu da halkın yanında yer aldı hatta devrimi yönlendirerek Hüsnü Mübarek’i devirmek üzerine bina etti. Yani bir kurban vererek iktidarı yine kontrol etmeyi amaçladı. Hesaplamadığı husus ise müşterek davranan tarafların hızlı bir şekilde ayrışarak büyük-küçük yüzlerce siyasi grubu meydana getirmesiydi: Liberaller, Laikler, Milliyetçiler, Selefiler, Mutediller ve İhvan-i Müslimin. Hemen herkes sokakta taraftar bulabildi. Ancak uzun yıllar baskı altında kalmış olan Mısır toplumunu bu hareketlerin hiçbiri tatmin etmedi. Ancak önlerine konulan sandığa giden çoğunluk en teşkilatlı gruba yani İhvan’ın kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi’ne yöneldi. Kısa zamanda Muhammed Mursi’yi devlet başkanlığına taşıdılar ve aslında sokağın hiç okumadığı bir anayasa da oylanarak yürürlüğe sokuldu.

Bu yeni yapılanma yılını doldurmadan, Mısır muhalefeti yeni arayışlara hatta yeni çatışmalara yelken açtı. Tatmin olmayan kitleler, liderler, gelecek arayanlar, bulanık suda balık avına çıkanlar vs. herkes tekrar sokaklardaydı. Nihayet bunların toplamı, Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığının birinci yıldönümünde, onu sokaktan devirmek üzere halkı 30 Haziran’da gösterilere ve karşı devrime davet etti. Ordu bu hareketlenmenin neresindeydi? Mısır siyasetini ve toplumsal yapısını bilenler ordunun bu olayların dışında kalmayacağını da iyi bilirler.
Bu durum aslında Muhammed Mursi ve İhvan için önemli bir uyarıydı. Bir yıllık sürenin muhasebesi ile halkın önüne çıkıp kendilerini ibra edebilirlerdi. Ancak bunu yapmak yerine Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi gösteri çağrılarının şiddetlendiği 27 Haziran’da halka hitap ederek kendi yaklaşımlarını ortaya koydu. Muhammed Mursi’nin yaptığı ve yaklaşık üç buçuk saat süren konuşması bir şekilde kendi savunmasıydı. Sokağın nabzını alma konusunda fazla bir gayret göstermedi. Sokağı teskin edeceğine her şeye hâkim olan bir siyasi lider gibi davranarak önemli kararlar açıkladı. Ama onun aldığı yeni kararları kimse dinlemedi hatta muhalefeti tehdit olarak yorumlandı.

Mursi gerçekten bu kadar dirayetsiz bir siyasetçi mi idi? Bu sorunun cevabı ‘evet’ bile olsa; kendisine karşı tertiplenen hareketi göremeyecek kadar basiretsiz olamazdı. Zira aylarca öncesinden halkın 30 Haziran’da “Mursi’yi devirmek üzere” sokağa çıkacağını sağır sultan bile duymuştu. Bugünkü uygulamaların senaryosu gazetelerde yer almış, siyasetten uzak sıradan Mısırlıların (ülke dışında bulunanlar dahil) gündemine girmişti. Ordu, gösterilerin başlamasının ardından 48 saatlik bir süre vererek, aslında tarafını net olarak belirledi. Halkın daha fazla toplanmasını ve muhalefetin uzlaşmamasını sağladı. Böylece uzun zaman sonra sivil siyasete adım adam Mısır’da yapılan bu darbe ile eski rejim iade edildi. Burada sorulması gereken soru şudur? Gerçekten Mısır ordusu bu kadar güçlü müdür?

Mısır toplumu, örgütlü bir toplum değildir. Mısır’da kurumsallaşmış üç büyük örgüt vardır: Tarih boyunca Ezher, 1919’lardan sonra ordu, 1930’lardan sonra da İhvan-i Müslimin hareketi. Mısır’ın nabzını tutan, siyasetin şekillenmesini sağlayan bu üç kurumdur. Ezher özellikle ilkokuldan üniversiteye kadar kurduğu eğitim kurumları ile ve camiler aracılığı ile her tarafta etkindir. İhvan 1930’lardan beri hem Mısır’da ve hem de diğer Arap ülkelerinde teşkilatlanan ve ideolojik bir tabana dayanan en büyük teşkilattır. Ancak Nasır döneminden itibaren Mısır’da gördükleri baskı kimi önderlerinin idamı ve hapse atılmaları bu teşkilatı yeraltına atmıştır. Şiddet ve silaha dayanan bir politika gütmediği için de her zaman taraftar bulmuş hatta mağduriyetler onu Mısır toplumunda daha da meşrulaştırmıştır. Özellikle son otuz yılda ekonomide de örgütlenmeye, iktisadi ve ticari alanda da faaliyet göstermeye başlamaları onların geniş kabul görmesine imkân sağladı. Zaman zaman parlamentoya girmiş olsalar bile Mısır siyasetinde hiçbir zaman gerçek aktör olmalarına izin verilmedi.

Ordu Nasır ile birlikte Mısır’ın hayatına yeniden girdi. Arap milliyetçiliğini savundu. Ciddi başarılar sağlamasa da İsrail’e karşı yapılan savaşların kahramanı ve doğal olarak ülkenin savunucusu olarak halkın ilgisini gördü. Siyaseti belirleyen onlar oldu ve kısmi bazı karşı duruşlar hariç Mısır halkı bunu hiç yadırgamadı. Mısır ordusu daha da ileri giderek, sosyal ve ekonomik hayatı düzenler oldu. Özellikle 1973 yılından beri hiç savaşmayan ama sürekli hem bütçenin büyük bir bölümünü ve hem de dış yardımların tamamını alarak Mısır’da bir ‘imparatorluk’ kurdu. Bu gün Mısır ekonomisinin % 40’ını kontrol eder hale geldi. Geniş araziler, fabrikalar, işletmeler hatta akaryakıt istasyonlarına sahip oldu. Bütün bunları hiçbir kontrole tabi olmadan sağladı. Yüz binlerce subayı genç yaşta emekli ederek bu işletmelere yerleştirdi. Üniversite eğitimi almamış gençlerin üç yıl süren zorunlu askerliği ile bütün Mısır’ı kolayca kontrolüne aldı. Geri kalan iş dünyası ile müşterek menfaatleri onları daha da güçlendirdi. Sonuç olarak, Arap Baharı ile başlayan hareketlerin demokratik bir düzene dönüşmesi ancak şeffaflaşma ile mümkündür. Oysa Mısır şimdilik buna çok uzaktadır.