İsrail’in önce havadan sonra da karadan Gazze’ye karşı başlattığı askeri harekatın daha doğrusu topyekûn cezalandırma ve yok etme harekatının detayları ortaya çıkarken İslam Dünyası’nın ve özellikle de Arap dünyasının sessizliği, dikkatleri çekiyor. İsrail’in bu tavrı ilk değil. Bölgede bir Yahudi Devleti’nin kurulma niyetinin ortaya çıkmasından itibaren bölge halkını sindirmek için sürdürülen “Siyonist Terör” 1948 yılında devletleşerek daha etkin bir hal aldı. Nitekim yarım asır içinde toprağın çoğunluğuna sahip olan Filistinliler hem topraklarını ve hem de birliklerini kaybettiler.

Bu gelişmelere ABD ve Batı seyirci kaldı ve hatta destek verdi. Zira bölgede güçlü bir İsrail’in olması onların menfaatlerine de uygundu. Buna karşılık, gerek manda yönetimlerinden kurtulan ve gerekse ayakta durabilme yeterliliğine ulaşan Arap Devletleri, Batılı müttefiklerine rağmen İsrail karşısında durabilmişlerdir. Genel olarak Arap tabiatında var olan “ittifak edememe” anlayışını ortak düşman olarak belledikleri İsrail üzerinden dönüştürmeye çalışmışlardır. İsrail’in her askeri harekatına karşı tavır almakla yetinmemişler bilakis başarılı olmasalar bile savaşmışlardır. 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşları hala hatırdadır. Bu savaşlarda özellikle Mısır ve Suriye’de her aileden bir şehit verildiği söylenirse abartılı olmayacaktır.

Araplar İnisiyatifi Batı’ya Kaptırdı

Araplar arasındaki ilk çatlama Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın bölgeye barışı getirmek ve esasında Sina’da kaybettikleri toprakları geri almak için rıza gösterdiği 1978 Camp David anlaşması ile meydana gelmiştir. Bu süreç başta Mısır olmak üzere bölge ülkelerine çok pahalıya mal oldu. Ülkeler birbirlerini boykot etti ve onları yeni ittifaklar arayışına sevk etti. Bu süreçte iki lider İsrail düşmanlığının bayraktarlığını üstlendi. Suriye’de Hafız Esed ve Irak’ta Saddam Hüseyin. Ancak her iki lider de bölgedeki diğer ülkeler ile kavgalı oldukları için başarılı olamadıkları gibi, İsrail’in saldırganlıklarına meşruluk kazandırdılar.

Araplar arasındaki bu çekişmeler devam ederken Filistinliler topraklarını, analar evlatlarını kaybettiler ama umutlarını yitirmediler. 1988 yılında sürgünde ilan ettikleri devletleri az da olsa onların bütün şartlara meydan okuyabileceklerini gösteriyordu. Bu ise İsrail ve destekçilerini endişelendiren en önemli gelişme oldu. Bir taraftan inisiyatifi elden kaçırmamak için o zamanki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne meşru zemin kazandırırken diğer taraftan da Filistinliler arasında da bir ayrılığın oluşmasını beklediler hatta teşvik ettiler. Artık Yaser Arafat mücadelesini Filistin’e dönerek yapabilecekti. Böyle de oldu. Ama aslında Yaser Arafat ve Örgütü adeta açık bir hapishaneye alındı ve buradan Filistin Devleti’ni kurması istendi. Bu süreç aynı zamanda Arap liderlerin de bu konudaki inisiyatiflerini tamamen kaybetmesine sebep oldu. Artık mesele bütünüyle İsrail’in ve ABD’nin kontrolünde gelişti. Her ne kadar ihtiyaç duyulan maddi destek konusunda özellikle Körfez ülkeleri katkı sağladılar ise de siyasi bir destek verememişlerdir. 1991 Madrid, 1993 Oslo görüşmeleri ve varılan anlaşmalar bu yüzden başarısız olmuştur. Zira bu anlaşmalar birer dikte metinlerden başka bir şey değildi ve Filistin sorununa bir çözüm getirmekten uzaktaydılar. Üstelik bu görüşmeler İşgal altındaki Gazze’ye bir fayda sağlamıyordu ve burası “işgal altındaki bölgeler” kategorisinde devam edecekti.

Hamas’ı Şartlar Doğurdu

Doğal olarak bu gelişmeler yeni bir süreci de beraberinde getirdi. Özellikle İsrail’in asimetrik taarruzlarına karşı bir direniş hareketi olarak 1987 yılında Gazze’de kurulmuş olan Hamas, Oslo Görüşmelerine şiddetle muhalefet ederek, bütün Filistin için inisiyatif üstlenmeye kalkıştı. İsrail’in bitirmek istediği intifadaya en büyük desteği verdi. İsrail ve ABD tarafından terör örgütü ilan edilen bu hareket, maalesef diğer Arap Devletleri tarafından da kabul görmedi. Zira, doğrudan Filistin sorununa taraf; hem programı ve hem de oluşturduğu silahlı gücü ile içerden bir hareket olan Hamas, kısmen Arap liderlerin Filistin meselesindeki istismarını ve kendi toplumsal nabızlarını bu konu üzerinden tutma gayretlerini ellerinden almıştır. Bu gelişme Arapları tekrar bölmüştür. Zira Arap sokaklarında sempati ile karşılanan Hamas, Arap liderlerin kontrolü dışında gelişme göstermekteydi. Kendi halklarının tepkisinden çekinen liderler bir ikilem içinde kalmışlardır. Hamas’a verilecek destek aynı zamanda Hamas’ın programına da verilecekti. Bu da Arap rejimlerinin sorgulanması anlamına geliyordu. Küçücük bir coğrafyada imkansızlıklar ve İsrail tehdidi altında bu hareketin başarılı olması Arap dünyasında yeni halk hareketlerine sebep olacaktı. İşte bu yüzden Hamas, Arap rejimleri tarafından hiçbir zaman benimsenmedi. Halklarına karşı Arap liderler tarafından zaman zaman desteklendi ise de esasında İsrail’in Hamas’ı ortadan kaldırma planları da görmemezlikten gelindi. Ancak beklenen olmadı ve İsrail 1967 yılından beri işgal altında tuttuğu Gazze’den 2005 yılında çekildi. Bunun yeni bir taktik olduğunda hiç şüphe yoktur. Dönemin Arap liderleri hiç bir inisiyatif alamadan, İsrail çekildiği Gazze’yi kuşatma altına aldı. Hedefi büyük bir mülteci kampı oluşturmak ve mümkünse muhalifleri küçük bir coğrafyada tutarak, Filistin meselesinde çözümün sadece kendi elinde olduğunu göstermekti. Ancak beklediğinden daha büyük direniş ile karşılaşınca 2007’den itibaren artık toptan yok etme politikalarını uygulamaya soktu. 1.7 milyona ulaşan nüfusun bir bölümünün açlık, hastalık ve insani felaketler ile boğuşmasını sağlayan ablukası, diğer taraftan canı istediğinde askeri harekat yaparak korku salma ve öldürme politikalarını hayata geçiren İsrail, karşısında Türkiye’den başka bir ülke bulmamıştır. Uzun yıllar stratejik ortağı olan Türkiye’yi de bu yüzden gözden çıkararak bugünkü Türk-İsrail ilişkilerine gelinmiştir.

Bugün icra edilen kara harekatında da durum değişmemiştir. Arap baharının doğurduğu şaşkınlığı üstlerinden atamayan başta Körfez ülkeleri olmak üzere bir çok Arap devleti, meseleye İsrail’in baktığı perspektiften bakmaktadırlar. Gelişmelere burada yaşayan iki milyona yakın kadın, çocuk, ihtiyar ve gençlerden oluşan halk açısından değil; Hamas’ın ideolojisi açısından bakılmaktadır. Hamas’ın ısrarla aynı söylemi sürdürmesinin kendilerine daha doğrusu kendi halklarına yapacağı etkiden korkmaktadırlar. Esasında liberal bir hareket olarak nitelenen Arap Baharı’nın gerek Tunus ve gerekse Mısır’da İslami bir söyleme dönüşmesi, Körfez ülkeleri ve diğer pek çok Arap liderlerinin uykularını kaçırmaktadır. Mısır’da Arap Baharı’nı kurtardıklarına inanan bu kesimler, Hamas’ı da bir tehdit olarak görmektedirler.

İşin ilginç olanı el-Fetih lideri ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da buna inandırılmıştır. Mısır’ın öne sürdürdüğü koşulsuz ateşkes çağrısını hemen kabul ederek Mısır’a gidip, Sisi ile bir ön anlaşma yapmıştır. Türkiye’ye gelişi ise Gazze meselesinde destek istemekten ziyade, Sisi’den aldığı talimata uygun olarak Hamas’ı da ateşkese ikna etmesi için Türkiye’nin baskı yapmasını talep etmektir.

Sisi’ye şimdilik özgür hareket etme desteği sunan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gelişmelere göre hareket edeceklerdir. Zira her ikisinin de Hamas’ı istememekle birlikte, İran’ın meseledeki tavrına göre hareket edecekleri anlaşılmaktadır. Suriye bu meselenin uzamasını lehinde değerlendirmektedir. Zira böylece üzerindeki gözler başka tarafa kayacaktır. Irak ve Libya’nın hali ortada. Onlar için şimdilik bir Gazze/Filistin meselesi yoktur.

Mısır, hiç şüphesiz Filistin meselesinde kilit bir ülkedir. Mısır olmadan bu sorunun çözülmesi mümkün değildir. Keşke bu konuda Türkiye-Mısır işbirliği sağlanabilse. Ancak şu anda Mısır’ın iç problemleri bu konuda doğru karar almasına imkan vermediği gibi, son gelişmeler karşısında yeterli siyasetlerinin oluştuğunu söylemek de mümkün değildir. Meseleye hem İhvan hareketinin geleceği ve hem de güvenlik açısından odaklanan Mısır, muhtemelen İsrailli danışmanların rotasını takip etmekten başka bir şey yapmamaktadır. İsrail’in ise kuşatma, hava ve kara harekatı ile iyice zayıflatacağı Gazze’nin, Mısır tarafından yeniden ilhakını sağlayarak, Filistin meselesini yepyeni bir boyuta taşıması da ihtimalden uzak değildir.

Yani diren Gazze sen yalnızsın.